Doç. Dr. Zeliha Tekin


BİLMEMEK CANIN RAHATLIĞIDIR

TEKİN’CE KÖŞE YAZISI


Güçlü hitabetiyle tanınan Amerikalı siyasetçi William John Henry Boetcher şöyle demiştir: “Eğer işiniz başka hiçbir şeye zaman bırakmayacak kadar yoğunsa yanlış giden bir şeyler var demektir, sizinle ya da işinizle ilgili.” Ülkemizdeki kurum, kuruluş ve işletmelerde çoğunlukla bir kişiye, birden fazla kişinin işini yaptırma/yükleme gibi bir eğilim vardır. Gerekçesi de iş yüklenen kişinin ilk kez verilen bir işi ya da görevi, diğerleri gibi bahaneler üretmeden ve bin bir yalana büründürmeden gerçekten de layıkıyla yapması ve işi zamanında teslim etmesidir. Bundan sonra bu görev sorumluluğu ile yapılan iş/işler kişiye zimmetlenir ve o iş artık kişinin kendi işi olur -işi verene göre bunun adı tecrübedir-. Zamanla işi yapan için işler daha da artarak çeşitlenmeye başlar ve kişinin hiçbir şeye zamanı kalmaz. Amirler için önemli olan işlerin yapılıyor olmasıdır; işi yapanın sağlık sorunları var mıdır, kendine zaman ayırabiliyor mudur, iş vasıflı mıdır, vasıfsız mıdır, iş kişiyle mi alakalıdır tüm bunların önemi yoktur. Dahası yoğun iş yükü altında boğulup isyan eden ama sesini bir türlü duyuramayanın bir değeri de yoktur. Aynı statüdeki diğer insanlar kendileri, gelecekleri, statüleri ve aileleri için “çalışırken” ve kendilerine verilebilecek ekstra bir iş için “bu benim alanıma girmiyor, ben bu işten anlamam” derken; her iş kendine gelen kişi, yalnızca çalıştığı yer için “aldığı paranın da hakkını vererek” çalışır. İkisi de aynı parayı kazanır bir taraf çalışmadan diğer taraf çalışarak ve yorularak. Sonuç mu? Belirli süre sonra çalışanlar, kendi örgütlerinde kıyaslamaya giderek kendileri ile diğer çalışanları kıyaslarlar, kuralların herkese eşit uygulanmasını, izinlerde eşit haklara sahip olmayı ve eşit şekilde takdir edilmeyi beklerler. Bu çalışma tarzının kişiye faydaları da vardır elbet. Buradaki durum yıpratıcı ve yorucu olması hasebiyle dezavantaj iken, işin mutfağında olan kişiye çoklu uzmanlaşma fırsatını verir. Birden fazla konuda deneyim kazanılır, her bir farklı alanda ilerleme imkânı doğar.     

Çalışma ortamında dengeyi kurmak, adaletsizliklerin önüne geçebilmek için önemlidir. Bu problem çözülmediği takdirde belli bir süre sonra bıkkınlığın getirdiği vurdumduymazlık işlerin yavaşlaması sonucunu doğurur. Ağır çalışma sonucu performans ve verimlilik düşer. Ortaya eskisi gibi aşkla yapılan işler çıkmaz. Yapılan işte isteksiz olunduğu için yüzler gülmez. Az çalışmak ve az iş çıkarmak rutin hale gelir. Tabii ki de iş yaşamının amacı, başkalarına hizmet etmektir. Çünkü hizmetin karşılığında menfaat, ticaret ve ürün/hizmet/eser ortaya çıkar. Hayatta ve yapılan işte başarı mutlaka ve mutlaka başkalarının yardımıyla olur. Örgütlerde yönetimde olanlar, çalışanlarının çıkarlarını ve isteklerini de dikkate almalı ve amaçlarını gerçekleştirmek için her işi, iş birliği çerçevesinde adalet ve eşitlik gözeterek değerlendirmeli ve dağıtmalıdır. Birileri başkaları vasıtasıyla iş görüp yöneticilik yaparken, birileri “bu işten hiç anlamam, çocuğum hasta, annem yolda, eşim burada yok” gibi bahanelerle işten kaçmakta birileri de her işi yapmaktadır.

Sözün özü, “bilmemek canın rahatlığıdır” deyiminin yorumunu size bırakıyorum.