Doç. Dr. Zeliha Tekin


ÇÖZÜM ODAKLI OLMAK

TEKİN’CE KÖŞE YAZISI


İnsanlar ikiye ayrılırlar: Problem odaklılar ve çözüm odaklılar. Problem odaklı insanlar, hiç denemeden, düşünmeden, çaba sarf etmeden “böyle gelmiş, böyle gider”, “bu problem çözülemez”, “bana niye geldin ki, ben bu konu ile ilgilenmiyorum, falancaya git” gibi yaklaşımlarla problemi hem kendi gözlerinde hem de başkalarının gözünde daha da büyütüp, kaos ortamı yaratarak çıkmaz bir yola girerler. Bunun adı aslında kolaya kaçmaktır. Çözüm odaklı olan insanlar ise probleme değil de çözüme odaklanarak, ellerindeki imkanlar doğrultusunda o problemi en erken nasıl ve en doğru ne şekilde çözebileceklerini düşünürler. Çözüme giden yol, probleme bağlı değildir; problemin en kısa sürede, doğru elde çözümüne bağlıdır. Problem odaklı insanlar bir sorun belirdiği zaman panikleyip, gerilirler. Üstelik karşısındaki insanı dinlemeden çokça sanki çözüm üretiyormuşçasına ona buna konuşurlar ama boş konuşurlar. Ortada bir çıktı yoktur. Karmaşık olmayan basit bir sorun büyüdükçe büyür.

Çözüm odaklı bir kişi düşünür, araştırır, özveriyle sebat ederek çalışır. Sonunda da mükafatını alır. Nedir kazanımları? Sürekli gelişim, yenilik yapabilme yetisini kazanma, hayata ve insanlara pozitif bakabilme, yüksek motivasyon, kuvvetli iletişim ve maddi kazanım. Nasıl mı? Gelin güzel bir hikâyeden alalım cevabını: “Bir zamanlar emeğe ve akıllıca çalışana çok değer veren bir kral varmış. Bir gün kral, yardımcılarını yanına alarak şehrin dışına çıkmış ve kervanların geçiş noktası olan bir yolun üzerine kocaman bir kaya yerleştirmiş. Merak ediyormuş bu kayayı gören kervanların ne yapacaklarını. Kral ve adamları gidip bir ağacın arkasına saklanmışlar. Kralın çok yakından tanıdığı zengin tüccarlar yolun ortasındaki kayayı görmüşler görmesine ama hiç istiflerini bozmamışlar. Dolanmışlar etrafından ve şehre doğru yollarına devam etmişler. Hemen hepsi: “Bu kayanın burada ne işi var? Kral neden bu kayayı buradan kaldırtmamış diye serzenişte bulunup soru sormaya başlamışlar ve kayayı yerinden bile kıpırdatmaya teşebbüs etmemişler. Kendisini suçladıklarını duyan kral çok üzülmüş, hayal kırıklığı ile sarayına dönmüş. Aradan günler geçmiş, kralın pes etmeye niyeti yokmuş. “Mutlaka birisi yoldaki bu kayayı kaldıracaktır, herkes bu kadar vurdumduymaz olamaz” diye geçirmiş içinden kral. Başlamış beklemeye…Yolun başında, sabahın erken saatlerinde tarlasından topladığı meyve-sebzeleri yüklediği öküz arabasıyla şehre doğru ilerleyen fakir bir köylü gözükmüş. Köylü, yolun ortasındaki kayayı görünce arabasını durdurmuş ve kayayı yerinden kımıldatmak için var gücüyle yüklenmiş. Beş dakika, on dakika derken 1 saat geçmiş ama nafile kaya o kadar büyükmüş ki yerinden oynamıyormuş. Köylü pes etmemiş biraz daha uğraşınca kayayı yerinden oynatmış ve zor zahmet yolun kenarına doğru itmiş. Gurur duymuş kendisiyle. “Azmettim, sonunda şükür başardım” demiş. Arabasına dönerken, az önce kayanın durduğu noktada renkli bir kesenin olduğunu fark etmiş köylü. Eğilmiş ve içini açmış. Kesenin içinde avuç dolusu altın ve “kesedeki altınlar, kayayı yoldan kaldıran kişinin hakkıdır” yazılı bir de not varmış.

Hikayedeki zengin tüccarlar gibi asla “ben bunu yapamam, bu benim işim değil” dememeli, gözümüzün gördüğü, kulağımızın işittiği aksaklıkları düzeltmek için sorumluluk almalı, çözüm odaklı olmalıyız.

O zaman Goethe ile sözlerimize son verelim. “Çözümde görev almayanlar, problemin bir parçası olurlar”.