Doç. Dr. Zeliha Tekin


EN-EL HAK

TEKİN’CE KÖŞE YAZISI


Katolik oryantalist Louis Massignon’un ömrünü adadığı Hallac-ı Mansur’u kaçınız gerçek manada tanıyor, eserlerini okuyorsunuz? Eminim ki hayatını öğrenseydiniz, ulaştığı hakikat bilgisiyle neler yaptığını anlasaydınız, hayatınızdaki boşlukların teker teker dolmaya başladığını görüp onun yarattığı tasavvuf yolunda ve kuantum gerçekliğinde iz sürmeye başlardınız.

En-el Hak, Arapça “ben Hakk’ım”, “Hak’tan ötesi değilim” anlamına gelmekte, İslam’da ise Allah’ın isimlerinden birini temsil etmektedir. “Ben Hakk’ım” Allah ile bütünleşmeye işaret ederken, Allah’ın kişide vücut bulmasını ya da insanın Allah’ın varlığında kaybolmasını (hulu) anlatmaktadır. Bu düşüncenin, tevhid inancına ters düştüğünü söyleyenler olsa da Hallac-ı Mansur fikir ve düşüncelerinden vazgeçmeyerek İslam’ın mistik şehidi olarak tarihe geçmiştir.

Hallac-ı Mansur (858-922), Abbasi Halifesi Muktedir Billah zamanında yaşamıştır. Mansur, Fars eyaleti İran Tur Köyü’nde doğmuştur. Asıl adı Hüseyin bin Mansur’dur. Babası hallaç olduğundan dolayı “Hallac” lakabını almıştır. Büyükbabası Zerdüşt (Tanrı Ahura Mazda’dır, Zerdüşt Espantaman dinin peygamberidir ve su-toprak-hava-ateş kutsal sayılan doğal elementlerdir. Bu dinde ateşe ve güneşe bakılarak ibadet edilir) dinine mensuptur.

Mansur, 12 yaşındayken Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş, 16 yaşında hocası Sehl bin Abdullah-ı Tüsteri hazretlerinden iki sene ders aldıktan sonra tasavvufa yönelmiştir. Basra’ya gitmiş Sufi bilgini olan Amr bin Osman el Mekki’den dersler almış bu sırada ünlü mutasavvıf Ebu Yakub-el-Akta’nın kızıyla evlenmiştir. Hallac-ı Mansur Bağdat’ta sufilerin piri Cüneyt el Bağdadi ile tanışmış ondan hırka giymiştir.

Hac vazifesi için gittiği Mekke’de ilminden dolayı kıskanılmış pek çok iftiraya maruz kalmış, gitme vaktinin geldiğini anlayınca da Basra’ya dönmüştür. Beş yıl sonunda Ehraz’a geçmiş sonra da Bağdat’a gitmiştir. Burada bir medrese yaptırarak dersler vermeye başlamıştır. Kendi talebesi Şibli başta olmak üzere pek çok kişiyle -özellikle de iktidarda olanlarla- düşüncelerinden dolayı ve sözünü hiç esirgemediğinden tartışmış ve yine iftiralara maruz kalmıştır. Bu süreçte Bağdat şeyhleriyle tüm bağlarını koparan Mansur Tuster’e gitmiş, 4 yıl boyunca çile hayatı yaşamış sonrasında ise Sufi Hırkasını çıkarıp halk arasına karışmıştır. Fars, Horasan ve Huzistan halkını Allah’a yakınlaşmaya davet etmiş, kendisine çok sayıda mürit bağlanmıştır. Yine bu dönemde hadis ve fıkıh bilginleriyle ilişkileri kopma noktasına gelmiştir.

905 yılında 2. Haccını yapan Mansur, İslam’a hizmet etmek ve onu yaymak amacıyla Hindistan ve Türkistan’a gitmiş, Çin sınırlarına kadar ilim götürmüştür. Bu gezi esnasında Müslümanlaştırdığı kişiler daha sonra Mansuri olarak anılmıştır. Son haccında kendinden geçip (vecd) “Ene’l Hak” sözünü söylemiştir.

“Ben Hakk’ım” sözü bahane edilerek ve Mehdi olduğu, sözde şeriata aykırı söylemlerde bulunduğu, Abbasiler’e karşı Kamatiler’le iş birliği yaptığı gerekçeleriyle 913 yılında tutuklanmış, idam istemiyle hâkim karşısına çıkarılmıştır. Uzun süren mahkemelerin ve göz hapislerinin ardından Halife Muktedir Billah’ın emriyle 922’nin mart ayında 64 yaşında Bağdat’ın Babüttak adı verilen semtinde önce kırbaçlanmış, burnu, ayakları ve kolları kesildikten sonra idam edilmiştir. Kesik başı Dicle üzerindeki köprüye dikilmiş iki gün sonra da Horasan bölgesinde dolaştırılmıştır. Gövdesi de yakılıp külleri Dicle Nehri’nin sularına savrulmuştur.  

İlminden ve açık sözlülüğünden dolayı Hallac’a kurulan darağacı ne bir ilktir ne de sondur. Yaşadığı dönemde anlaşılmayan ya da yanlış anlaşılan değeri sonradan bilinen o kadar çok bilge vardır ki saymakla bitiremeyiz. Hallac’ın tasavvuf yoluyla ulaştığı hakikatlere ulaşmanız ve doğruluk terazisini her zaman dengede tutmanız dileğiyle çünkü bilgiyi her türlü alabilirsiniz ama bilgeliği kolayca edinemezsiniz.