Doç. Dr. Zeliha Tekin


GURUR VE KİBRİN UÇ NOKTASI: TANRI KOMPLEKSİ

TEKİN’CE KÖŞE YAZISI


Zamanın birinde büyük bir sarayda yaşayan oldukça kibirli ve kırıcı bir kraliçe varmış. Etrafındaki insanlara hava atar, büyüklük taslar ve her şeyin doğrusunu ben bilirim dermiş. Ve bu yaptıklarından da büyük zevk alırmış. Gün geçtikçe kraliçenin bu tavırlarından dolayı etrafında kimsecikler kalmamış. Koca sarayda yapayalnız kalınca onu yetiştiren sarayın dadısına koşmuş ve derdini ona anlatmış: “Ben çok şeyler biliyorum, en iyisi de benim bu yüzden insanları küçük görüyorum, bunu yapmamam lazım, lütfen bana yardım et”. Dadı kraliçeye, ona yardım edecek olan kişinin yakın köylerden birinde yaşayan yaşlı bir adam olduğunu söylemiş, ona gitmesini tavsiye etmiş. Kraliçe ertesi günü beklemeden hemen yola koyulmuş ve yaşlı adamın yanına varmış, ona insanları küçük gördüğünü anlatmış ve ondan yardım istemiş. Yaşlı adam, kraliçeye bir torba çivi vermiş ve sarayına döndükten sonra bir hafta boyunca, ne kadar insan kırdıysa o insan sayısı kadar odasının kapısına çivi çakmasını ve yavaş yavaş insanları kırmayı azalttıkça da kapıya çivi çakmayı da azaltmasını söylemiş. Bir hafta sonra da bana geri gel demiş. Kraliçe sarayına dönmüş birinci gün 30 çivi çakmış, ikinci gün 20 çivi çakmış, üçüncü gün 15 çivi, dördüncü gün 10 çivi, beşinci gün 5 çivi, altıncı gün 1 çivi derken son gün hiç çivi çakmamış. Yaşlı adama varmış ve ona olanları anlatmış ve testin bitip bitmediğini sormuş. “Hayır” demiş yaşlı adam, “şimdi saraya git ve kırdığın, bilmişlik tasladığın herkesten özür dile, özrünü kabul eden her insan için o kapıdan bir çivi sök” demiş. Haftaya yine gelmesini söyleyerek kraliçeyi uğurlamış. Kraliçe denileni yapmış başlamış özür dilemeye, ilk gün 3 çivi çıkarmış, ikinci gün 10 çivi, derken son güne çıkarılacak çivi kalmamış. Hafta sonunda tekrar yaşlı adama gidip olanları anlatmış. “Sanırım kırdığım herkes beni affetti, kapımda bir tane bile çivi kalmadı. Ben artık oldum mu? Artık insanları kırmayacak mıyım?” Bu sorular üzerine yaşlı adam kraliçeye yapacağı son bir işin daha kaldığını söylemiş: “Bundan sonra sarayına dönerken, atlarına binme. Sarayına yürüyerek git. Ve yolda yürürken, odandaki kapının halini düşün!”.

Evet, bizler de bu hikâyedeki gibi belki birilerinin kalbini kırıp onları incitiyoruzdur. İnsan kalbi de bu tahta gibidir, kırılan kalbi kazanabiliriz ama iz kalır. Hikâyede kraliçe hatasını anlamış, kibirli olduğunu kabul etmiştir. Bir de “Tanrı Kompleksi” olan insanlar vardır. Bunların hatalarını görme ihtimali yoktur. Nedir bu kompleks yakından bakalım.

Ernest Jones, “Essay in Applied Psycho-Analysis” adlı çalışmasında o güne kadar hiç kullanılmamış olan bir kavramdan bahsetmiştir: “Tanrı Kompleksi”. Jones’a göre, kendisini diğer insanlardan üstün görmeye başlayan kişilerde zamanla güçlü bir benlik duygusu gelişir ve karşılaştığı her insan o kişiden daha zayıf, daha alt seviyelerde görünür. Bu komplekse sahip olan kişiler, kendilerini başka insanlardan daha ayrıcalıklı görerek, daha üstün yeteneklerle donatıldıklarını düşünürler ve sıklıkla her konuya hâkim olduklarını düşündüklerinden en doğruyu kendilerinin bildiğini dile getirerek diğer insanları küçük görürler. Kompleks o kadar ileri boyuta taşınır ki, yetki kimsenin elinde olsun istemezler. Ölüm-yaşam çizgisinde kilit rolü oynayan cerrahlar (özellikle kalp-damar ve beyin), yöneticiler, liderler, politikacılar Tanrı Kompleksine sahip olmakla suçlanan meslek mensuplarıdır. Bunun yanında sanat, edebiyat, iş dünyasından da örneklerin olduğu bilinmektedir. Tabiki de belirli mesleklerle bu kompleksi tanımlamak, belirli çerçeveye oturtmak doğru değildir. Bir insanın yaşamı diğer bir insanın elindeyse, bir insan bir insana iş, para, ekmek, aş, özgür kalmak, kariyer yapmak yönünden son derece muhtaçsa bunu kullanmak isteyen kişide tanrı kompleksi gelişebilir, askerlik, hakimlik, akademisyenlik gibi meslek gruplarında da pekâlâ bu sendrom görülebilir. Tanrı Kompleksi kişiye, onun kariyerine zarar verir. Hiç kimse kendisine kibirle yaklaşılsın istemez. Hiç kimse kendisini hor görüp aşağılayan biriyle çalışmak istemez. “Yol Senin İçinde” adlı kitapta şu cümle çok hoşuma gitmişti: “Bir insanın sahip olduğu kibrin derecesi ilmi ile ters orantılıdır. İlmi ise aklı kadardır. Aklı da edebi kadardır. İnsan dediğimiz varlık eşsiz olmakla birlikte aynı derecede de aciz ve muhtaç olarak yaratılmıştır.”

O zaman Cenap Şehabettin’in şu sözleriyle son verelim yazımıza: “Meşe gölgesinde filizlenen yosunlar, çok kere kendilerini meşe fidanı sanırlar.” Vesselam, yosun olup da meşe fidanı gibi hissedenlerden değil de ilim ile dolu olup da başak gibi eğilenlerden olmanız dileğiyle…