Doç. Dr. Zeliha Tekin


HER İŞTE BİR HAYIR VARDIR

TEKİN’CE KÖŞE YAZISI


Bir zamanlar Afrika’daki bir ülkede hüküm süren bir kral varmış. Kralın da yanından hiç ayırmadığı, değişik bir huya sahip olan bir çocukluk arkadaşı varmış. Bu arkadaşı ister kendi başına gelsin ister başkasının ister kötü olsun ister iyi, her olayın karşısında “Bunda da bir hayır vardır!” dermiş. Bir gün kralla arkadaşı ava çıkmışlar. Kralın arkadaşı tüfekleri doldurup krala veriyormuş ki kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patlamış ve kralın baş parmağı kopmuş. Durumu gören arkadaşı her zamanki gibi sözünü söylemiş: “Bunda da vardır bir hayır!” Kral acı ve öfkeyle bağırmış: Bunda hayır filan yok yeter artık! Görmüyor musun, parmağım koptu?” Öfkesi bir türlü dinmeyen kral, arkadaşını zindana attırmış. Aradan bir sene geçmiş, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede adamlarıyla avlanıyormuş. Durumu fark eden yamyamlar kralı ve adamlarını yakalayıp köylerine götürmüşler. Ellerini, ayaklarını bağlayıp köyün meydanına odun yığmışlar ve odunların ortasına diktikleri direklere kral ve adamlarını bağlamışlar. Yamyamlar, odunları ateşe verecekken kralın başparmağının olmadığını fark etmişler ve adamlarını pişirmiş, kralı serbest bırakmışlar. Sebebi de şuymuş: “Bu kabilenin inancı sebebiyle bedeninde bir parçası eksik olanın eti yenmezmiş. Şayet yenilirse başlarına kötü bir şey gelirmiş”. Kral saraya döndüğünde kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde olduğunu, onca yıllık arkadaşına haksızlık ettiğini geçirmiş aklından ve bin pişmanlıkla zindana varıp arkadaşını oradan çıkarmış. Başından geçenleri ona bir bir anlatmış. “Haklıymış” demiş ve eklemiş: “Senin söylediğin gibi parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden seni bunca zaman zindanda tuttuğum için çok özür diliyorum. Yaptığım çok acımasızcaydı” Arkadaşı karşılık vermiş: “Hayır.  Bunda da bir hayır vardı!” Kral yine öfkelenmiş: “Ne diyorsun Allah aşkına? Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir?” Kralın arkadaşı da tebessüm ederek şu cevabı vermiş: “Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi?” “Ve sonrasını düşünsene?”.

Yaşamımızda umutsuzluğa kapılmamak için yukarıdaki hikâyede bahsi geçen kralın arkadaşı gibi düşünmek, olup biteni dersler de çıkararak hayra yormak gerekir. Çünkü o an, felaket gibi görünen bir durumun daha sonra bizim için en hayırlısı olduğunu düşünemeyebilir, neden bu benim başıma geldi? diyebiliriz. Ama unutmamak gerekir ki her olayın mutlaka bir nedeni vardır. Her insan, karşılaşabileceği zorlukların üstesinden gelebilecek kapasite ve kuvvette yaratılmıştır. Çözümü çok zor gibi görünen problemlerin, yenilmesi imkansız gibi görünen zorlukların, çaresi yokmuş gibi gelen hastalıkların sabrederek, sebat göstererek üstesinden gelinebilir. Hayatın kendine özgü bir dengesi bulunmaktadır. Size iyi gibi görünen bir durum ya da olayın, kötü şeylerin başlangıcı; kötü gibi görünen bir durum ya da olayın iyi şeylerin başlangıcı olabileceğini kabul edin. Bu örnek, Çin mitolojisindeki Yin-Yang’a benzer.    Mitolojiye göre, Yin Yang’dan önce sonsuzluk diye bir şey vardı ve evren yumurtaya benzeyen bir taşın içindeydi. Pan, taşı kırarak ikiye ayırdı ve iki zıt güç ortaya çıktı. Alt kısımda kalan taş parça kötülüğü ve çirkinliği simgeleyen Yin, yukarı yükselen ve iyiliği ve güzelliği simgeleyen parça ise Yang’dır. Yin ve Yang bir arada bulunur, birbirlerinden ayrılmazlar. Yin gecenin, siyahın ve koyu renklerin sembolüdür. Yang ise güneşin, beyazın ve açık renklerin sembolüdür.

Ne demiş Şems-i Tebrizi: “Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

Esen kalın.