Doç. Dr. Zeliha Tekin


ŞÜKRETMEK

TEKİN’CE KÖŞE YAZISI


Fikirleri devrim niteliğinde olan İslam alimlerinden Fars şair, yazar, sufi Sadi Şirazi, yazılarında hak ve adalet kavramlarını, ölümden sonraki hayatı, teslimiyet ve kanaat gibi konuları işlemiştir. Ömrünü, ilim öğrenmeye ve öğrenci yetiştirmeye adamış olan Şirazi’nin zihinlere kazınan bir sözü vardır: “İnsanın her nefeste iki defa şükretmesi gerekir. Biri nefes aldığı için, diğeri de nefes verdiği için. Çünkü verip te almamak, ya da alıp da vermemek vardır.”

Şükretmek, bize sunulan sayısız nimetlere, aldığımız her nefese, boğazımızdan geçen her lokmaya, gördüğümüz her güzelliğe, başımıza gelmeyen kötü şeylere, hasta olmadığımız her güne, aklımızın başımızda olduğu her saniyeye minnettar olmaktır. Yaşamdan zevk alarak ona dört elle sarılabilmek ancak şükretmek ile olur. Şükretmek, takdir ve tevekkül etmek, yapılanı bilmek, farkına varmaktır. Farkına varmaktır çünkü, insan elinde olanların değil de olmayanların eksikliğini hisseder. Elinde olanların değerini yeterince bilemez, fark edemez. Sahip olduklarının ne kadar önemli olduğunu ancak kaybettikten sonra anlar. Bu nedenle de az şükredip isyan ederek olumsuz tutum ve davranışlar sergiler. İmam Gazali, şükrün üç bileşeninden bahseder: Bilme (sahip olunan tüm nimetler Allah’tan gelmektedir), sevme (nimet sevilir, nimeti veren Allah sevilir) ve harekete geçme/amel (nimet, nimeti veren Allah’ın istediği şekilde ve onun rızası doğrultusunda kullanılır). Dolayısıyla yaratılış ağacının meyvesi olan şükür, yalnızca dilde değil, zihinde ve kalpte de yeşerendir, Allah’ın kuluna verdiğini O’nun yolunda kullanmaktır. Örneğin, ilmin, bilginin şükrü, onu anlamak, başkalarına doğru bir şekilde aktarmak ve yazmaktır. Zenginliğin şükrü, muhtaç olanı görüp, yardım etmektir. Sahip olunan makamın şükrü, insanlara hizmet etmek, adaletle hükmetmektir. Kısaca şükür, görülen iyiliğe karşı gösterilen memnunluktur, minnettarlıktır. Kâh sessizce kendi içinden kâh tabiatın görsel şölenine dalarken kâh alnın secdedeyken.

Şükür ile birlikte kusurlar kaybolur, eksiklikler elimine edilir, iyilikler çoğalır, kötülükler azalır, eldeki nimet fazlalaşır, rahmet artar. Şükür, sabrı ve sahip olduklarımıza kıymet vermeyi öğretir. Sabır, şükür ve tevekkülle kuşanmış bir hayat yolcusuna hiçbir zorluk etki etmez. Şükretmek, hayat mücadelesinden vazgeçip en az olanla yetinmek değildir. Aksine şükür, Allah’ın verdiklerini görüp, ona minnet edip, çalışmaya devam etmektir. Çünkü Allah ilmi isteyene, rızkı istediğine verendir. Tevekkülü ve şükrü gerekli kılan en önemli noktalardan biri de hiç şüphesiz rızık meselesidir. Yaşamımızın büyük bir kısmı, rızkımızı kazanmak için yaptığımız çalışmalarla geçmektedir. Allah, Rum Suresi 40. Ayette şöyle yazar: “Allah, sizi yarattı ve sonra size rızık verdi”. Madem ki her canlının rızkını Allah vermektedir, rızkı Allah artırmaktadır, yoksulluk endişesiyle, makam hırsıyla ve lüks bir yaşam hayaliyle kula kul olmanın da bir manası yoktur. Burada çalışmaktan vazgeçmemiz gerektiği anlaşılmamalıdır. Zengin olmak değil, mala fazla bağlanmak zararlıdır. Helal yolla, alın teriyle kazanılan, yetime, fakire, öğrenciye, yolcuya, zor durumda aileye-akrabaya ve ilme harcanan mal-servet kötü görülemez/görülmemelidir. Aynı şekilde, insanoğlu her zaman istediği nimetlere kavuşamayabilir. Bu durumda bile şükretmek, rızkı Allah katında aramak lazımdır. Rumi’nin söylemiyle: “İstediğin bir şey olursa bir hayır, olmazsa bin hayır ara”.

Madem sufi Şirazi ile söze başladık. O vakit yine onun sözü ile son verelim yazımıza: “Ey kardeş! Bu dünya kimseye kalmaz. Gönlünü, her şeyi yaratan Allah Teala’ya bağla. Sana bu kafidir. Dünya mülküne güvenip bel bağlama. Çünkü bu dünyada senin gibi birçokları yaşamış ve sonunda ölüp gitmiştir. Değil mi ki, en sonunda ölüm vardır ve bu can göç yolunu tutacaktır. O halde ister taht üzerinde can vermişsin ister toprak üzerinde, ne fark eder!”.