Abdulhak AKPOLAT - İl Başvaizi


YETİMİ SAKIN ÜZME!

KONUK YAZAR


Bir bayram sabahıydı. Resûlullah (sav) bayram namazından sonra küçük-büyük tüm Müslümanlarla bayramlaştı ve birkaç arkadaşı ile birlikte bazı sahabelerin evlerine uğradı. Peygamberimizin evlerine geldiğini gören arkadaşları ve onların  aileleri sevinçten uçacak oldular.

Resulullah (sav), ziyaret ettiği arkadaşlarının birinin evinden çıkarken, bir köşede oturmuş ağlayan küçük bir kız gördü.  Yanına yaklaştı. Yumuşak elleriyle kızın saçlarını şefkatle okşarken, yumuşak ve tatlı bir dille sordu:

- Yavrucuğum! Bütün çocuklar neşe içinde gülüp eğlenirken, oyunlar oynarken sen neden ağlıyorsun? Bugün bayram. İnsanlar hep bayramlarda mutlu olurlar. Seni üzen nedir?

Küçük kız bir yandan içini çekerken, bir yandan da ağlamaya devam ediyordu. Yanına yaklaşan, derdine ortak olmaya çalışan Sevgili Peygamberimize sevgi ve şefkate muhtaç gözlerle bakarak derdini şöyle anlatmaya başladı:

- Geçen bayram babam bizimle beraberdi. Ama artık yok. Son savaşta Peygamber Efendimizle beraber kafirlere karşı cesurca savaştı ve şehit oldu. Onun yokluğu beni çok üzüyor. Bütün çocukların anne ve babaları yanlarında, yeni elbiseleri ve harçlıkları var. Ama annem bana ne yeni elbise alabildi, ne de bayram harçlığı verebildi. Yetim olmak meğer ne kadar zormuş. İnsan başına gelince, bu derdi yaşayınca anlıyor.

Bu sözlerini bitirince daha çok ağlamaya başladı küçük kız. Peygamber Efendimiz (sav) bu sözleri duyunca çok üzüldü. Mübarek gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı. Küçük kızın saçlarını okşadı ve şunları söyledi:

- Artık ağlama yavrucuğum! Kaldır başını. İstersen ben, baban; Fatıma, ablan; Aişe de annen olsun, ne dersin?

Küçük kız başını kaldırıp kendisine bu sözleri söyleyen kişiye baktı. Karısında Peygamber Efendimizi görünce, çok şaşırdı, bir o kadar da sevindi. “Çok isterim.” diye mutlulukla haykırdı. Peygamber Efendimiz (sav) küçük kızın elinden tuttu. Beraberce eve giderken, dünya üzerinde küçük kızdan daha mutlu olanı yoktu. Çünkü, artık onun da Allah Resulü gibi şefkatli bir babası vardı. Eve geldiklerinde Peygamber Efendimizin kızı Hz. Fatıma küçük kızın elini-yüzünü yıkadı, saçlarını taradı, ona güzel ve yeni elbiseler giydirdi. Hz. Aişe de karnını doyurdu, ona bayram harçlığı verdi. Küçük kız, kendisine şöyle bir baktı. Temiz ve yeni elbiselerinin içinde çok mutluydu. Cebinde de bayram harçlığı vardı. Oynamak için dışarıya çıktı. Dışarıdaki çocuklar, Peygamber Efendimizin evinden çıkan bu küçük kızı merak edip yanına gittiler. Niçin bu kadar mutlu olduğunu sordular. Sevinçten gözleri ışıldayan, yüzü gülücüklerle dolan küçük kız şu cevabı verdi:

- Bugün dünyadaki en mutlu çocuk benim. Benim de bir babam var artık. Sizin de babanız Hz. Muhammed, anneniz Hz. Aişe, ablanız Hz. Fatıma olsaydı sevinmez miydiniz? Sonra da beraberce oynadılar.

İşte böyle sahip çıkıyordu Efendimiz yetimlere. Hem “Müslümanlar arasında en hayırlı ev, içinde kendisine iyi davranılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar arasında en kötü ev ise, içinde kendisine kötü davranılan bir yetimin bulunduğu evdir.” sözleriyle müminlerin dikkatini çekiyordu öksüzlere. Annesiz-babasız büyümüş Allah Resûlü’nden daha iyi kim anlayabilirdi ki onları… Günümüzde de nice yetimler ve öksüzler, kendilerine sevgi ve şefkat kanatlarımızı açmamızı bekliyor bizlerden. Ama bizler layık oldukları sevgi ve şefkati onlara gösteremiyoruz maalesef. Her konuda olduğu gibi, yetimler konusunda da İslam’ı iyi anlamaya muhtacız ve gereğini mutlaka yapmalıyız.

O halde gelin, kendi çocuklarımıza sahip çıktığımız gibi, sevgiye hasret, şefkate muhtaç olan yetimlere de sahip çıkalım. Ağlamasıyla arşın titrediği yetim ve öksüz kalan çocukların dertlerini dindirelim. Yetim ve öksüzlere iyilik ve yardımda bulunmanın, onlara sevgi ve şefkat göstermenin dinî bir vazife olduğunu bilelim. Bu vazifeyi yapmamaktan dolayı onlara maddî ve manevî bir zarar gelirse, bundan hepimizin sorumlu olacağımızı unutmayalım.